Skip to main content
All Posts By

arda

Kutuplaşmayı Nasıl Aşarız?

Kutuplaşmayı Nasıl Aşarız?

By Duyurular

Dünyada ve Türkiye’de birçok sorun beraberce düşünmeyi ve ortak hareket etmeyi gerektiriyor. Çevre kirliliği ve iklim değişikliği başta olmak üzere dünya gezegeninin geleceği ve bizlerin çocuklarının, torunlarının yaşamı bu beraberliği başarabilmemize bağlı. Hepimizin sahip olduğu insan olma durumumuzdan doğan kırılganlıklar, ortak olan ihtiyaçlar çerçevesinde belirsizliklerle mücadele edebilmek için birbirimizin halinden anlamayı başarmamız şart. Ancak içinde yaşadığımız ekonomik ve siyasi koşullar, doğduğumuz aile, büyüdüğümüz mahalle, aldığımız eğitim, inançlarımız, üye olduğumuz dernekler, spor kulüpleri, siyasal partiler, sivil toplum kuruluşları, akranlarımız, medya ve sosyal medya bizi biz yaparken, aynı zamanda da bizleri ayrıştırıyor. Var olan farklılıkları büyütüp, çok daha fazla olan benzerliklerimizi görmemizi imkânsız hale getiriyor. Sahip olduğumuz kimlikler birden çok olsa da bazı kimlikler hepsinden baskın olup, diğerlerinin önüne geçerek, güçlü sınırlarla bizleri ayrıştırıyor. İşte siyasal alanda partiler, politikacılar ve liderler arasında gözlemlenen kutuplaşma da topluma, bizlere sıradan vatandaşlara da sirayet ederek, bu ayrışmayı büyütebiliyor. Parti tercihimiz kim olduğumuzu belirleyen en önemli kimliklerden biri haline gelebiliyor. Bu şekilde sahip çıktığımız parti kimlikleri, bizler için farklı parti taraftarları ile siyasal ve sosyal alanda konuşmayı, tartışmayı ve beraber çözüm geliştirmeyi imkânsız hale getiriyor.
Elinizde tuttuğunuz bu metin, işte bu çerçevede Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal iklim ve daha önce gerçekleştirdiğimiz ötekileştirme1 ve kutuplaşma araştırmaları bulgularından yola çıkarak geliştirdiğimiz Türkiye’de Kutup-laşmayı Azaltmak için Stratejiler ve Araçlar Projesi, kısa adıyla TurkuazLab projesinin son çıktısı. Mart 2020’de başlayan bu proje Marshall Fonu (GMF), İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (BİLGİ-Göç) işbirliği ve İsveç Uluslararası Kalkınma İşbirliği Ajansı’nın (SIDA) finansal desteğiyle yürütüldü ve Haziran 2022’de tamamlanıyor.

Bu metin olabildiğince en sade biçimde kutuplaşmaya dair temel tanımları, bizim projemiz çerçevesinde odaklandığımız duygusal siyasal kutuplaşma kavramına odaklanarak toplumsal alanda hissedilen gerginliği ve beraber yaşayabilmenin önünde oluşturduğu engeli ele almayı hedefliyor. İlk bölümde beraberce önce kutuplaşmanın ne olduğu ve ne olmadığını düşüneceğiz, farklı kutuplaşma tanımlarını açıklayacağız. Bu farklı kutuplaşma tanımlarından bizim çalışmamızın odaklandığı bireysel düzeyde yer alan siyasal duygusal kutuplaşmayı daha detaylı tartışacağız. Kimliklerimizin oluşum süreçleri ve siyasal parti tercihlerinin benimsenen kimlikler haline gelmesi ve en uzak hissedilen parti taraftarlarının “öteki” olarak görülmesinin vardığı boyutları ele alacağız. Kutuplaşmanın neden kötü bir durum olduğunu tartışıp, kutuplaşmanın oluşmasını sağlayan nedenlere odaklanacağız. Sistemik nedenlerin yanı sıra makrodan mikroya her düzeyde kutuplaşmayı oluşturan nedenleri özetleyeceğiz. Türkiye’de medya, sosyal medya ve siyasilerin kutuplaşmayı nasıl çerçevelediğini aktaracağız. İkinci ve üçüncü bölümlerde ise kutuplaşmayı önlemeye dair hem bizim projemiz hem de farklı alanlarda uzmanların kendi görüşlerini içeren yazılar ile çözüm önerilerini tartışacağız. Bölümlerin sonunda konu başlıklarına göre düzenlediğimiz hem yararlandığımız hem de meraklısı için daha kapsamlı bilgiler sağlayacak kısa kaynakçalar da hazırladık.

Projemizin gerçekleşmesini finansal desteği ile mümkün kılan İsveç Uluslararası Kalkınma İşbirliği Ajansı’na (SIDA), kitabımızda kutuplaşmayı azaltmaya dair bizimle birlikte düşünen ve katkıda bulunan çalıştaylarımızdaki tüm katılımcılarımıza, TurkuazLabsaha’daki konuklarımız Aslı Aydın-Sancar, Ayça Ebru Giritligil, Büşra Kılıç, Gülin Çavuş, Hilmi Hacaloğlu, Itır Erhart, İdil Işıl Gül, Mehmet Şenol ve Turgut Tarhanlı’ya çok teşekkür ediyoruz. Bu kitapta konuk yazarlarımız; Ali Alper Akyüz, Hakan Altınay, Işık Tüzün, Itır Akdoğan, Itır Erhart, Murat Sabuncu ve Şeyda Taluk’a müteşekkiriz. Her bir yazarımız kendi uzmanlık alanları ile ilgili çözüm önerilerini bizimle paylaştılar. Kitabımızın yayın sürecinde bize destek olan Cem Tüzün’e tüm emekleri için ve kapak resmi ile çalışmamızı görsel açıdan zenginleştiren Lale Duruiz’e minnettarız. Bu konuda sorgulamaya, düşünmeye, tartışmaya, hem kendimize hem de çevremize ayna tutmaya beraberce devam etmek için sizleri de yolculuğumuza davet ediyoruz.

Kitabın basılı halini indirmek için tıklayınız.

14 Mayıs 2023 Seçimlerine Damga Vuran Kutuplaşma – Emre Erdoğan

By Haberler

14 Mayıs 2023’te gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinin sonuçları birçok açıdan şaşırtıcı oldu diyebiliriz, Türkiye’de seçmen davranışı çalışanları ve konunun ilgilerini uzun bir süre ilgilendirecek bir malzeme üretti.

Önce somut verilerden başlayalım, Türkiye’de seçimlerin organizasyonundan sorumlu Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından açıklanan sonuçlara göre yurtiçi ve yurtdışı dahil olmak üzere kayıtlı 64 milyon seçmenden 55 milyon 833 bini oy kullandı, katılma oranı %87 oldu. Cumhurbaşkanlığı adaylarından Erdoğan geçerli oyların %49.5’ini, Kılıçdaroğlu %44.9’unu ve diğer adaylar da %5.6’sını aldı; böylelikle Cumhurbaşkanlığı seçimi Erdoğan ile Kılıçdaroğlu’nun yarışacağı ikinci tura kalmış durumda.

Parlamento seçimlerinin sonuçları daha da karmaşık, malum partiler ittifaklar kuruyor, bazen ittifak içinde ayrı yarışıyorlar, bazen de aynı listede yer alıyorlar. İttifaklardan gidelim, Cumhur İttifakı’nın oy oranı %49.5, AK Parti %35.9, MHP %10.1 almış bu ittifak içinde. Millet İttifakı’nın oy oranı %35, CHP’nin %25.6 aldığını, İYİ Parti’nin oy oranınınsa %9.8 olduğunu görüyoruz. Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenlerinden Yeşil Sol Parti’nin oy oranı %9, ittifak toplam oranı da %10.6. Bu rakamlarla Cumhur İttifakı’nda 323, Millet İttifakı’nda 212 ve Emek ve Özgürlük İttifakı’nda 65 milletvekilliği bulunuyor. Eğer parlamenter bir rejimde olsaydık hükümeti kimin kuracağını bilirdik, ancak bu rejimde 28 Mayıs’ı beklemek zorundayız.

Seçimlerin şaşırtıcılığı, sonuçların ortalıkta kolaylıkla erişilen anketlerin ve bu anketlerin ortalamalarından farklı olması değil, “anketlerin anketi” çalışmalarına göre Kılıçdaroğlu %47.6, Erdoğan %44 alıyordu, tabii Muharrem İnce’nin çekilmesinden önceydi bu. Cumhur İttifakı’nın beklenen oy oranı %43’ken, Millet İttifakı’nınsa %39’du. Münferit anketlere girmeyelim ama tahminlerin ortalamasının bile kayda değer bir sapması bulunuyor. Anketler yanıldı mı, yanıldıysa neden yanıldılar biraz teknik bir mesele, bunu başka yerlerde tartıştık zaten, ama sonuçta anket işi tahmin işidir, tahmin ederseniz, yanılırsınız.

Bu seçimleri tartışmaya değer kılan sadece anket verilerinden ya da anekdotal gözlemlerimizden gelen görgül bilgiyi değil, siyaset biliminin seçmen davranışı hakkındaki birikiminden kaynaklanan kuramsal öngörülerimizi de yanlışlamış olması. Sosyal bilimlerin bir kısmı verilerin öngörülerinin yanlışlamasını sever, böylelikle daha çok şey öğrenmek için fırsatımız olur çünkü, bu açıdan da 2023 seçimleri çok öğretici oldu.

Neleri bekliyorduk, bir düşünelim… Seçmen davranışı çalışanların çok sevdikleri “seçmen rasyonel mi?” tartışmasına girmeden, ekonominin gidişatının hükümet aleyhine olmasını beklentiler arasındaydı, çünkü Ekonomik Oy Verme davranışı adı verdiğimiz ekol seçmenlerin ekonominin gidişatından etkilenmesi gerektiğini öne sürmekte… Bir ülkede enflasyon ve işsizlik artarsa iktidarın oyu düşer, ekonomik büyüme olursa artar. En son resmi istatistiklere göre ülkemizde enflasyon %43.7, işsizlik %10 ve ekonomik büyüme de %5.6. Bu resme geçen yıl yaşadığımız devalüasyon ve %85’e varan enflasyonu da eklememiz gerekir. Elimizde makro düzeyde analiz yapan eskice de sayılsa iki ekonometrik model var, bu modele ilgili değerleri girdiğimizde iktidarın oy oranını biri %25, diğeri %33 öngörüyordu, burada da bir sapma var. Ekonometrik modelleri kenara bıraksak bile ekonomik krizin yarattığı etki neredeyse elle tutulur, gözle görülür halde. Ancak seçim sonuçlarına bakarsak seçmen ekonomik krizi pek de umursamamış gibi.

Yine iktidarın oylarında önemli bir düşüşe yol açmasını beklediğimiz bir başka konu da 6 Şubat 2023’te yaşanan depremlerdi. Resmi kayıtlara göre en az 51 bin kişinin hayatını kaybettiği, 107 bin kişinin de yaralandığı bu “Asrın Felaketi”, yaklaşık 13.5 milyon kişiyi etkiledi. Açıklanan rakamlara göre depremin ülkemize maliyeti 100 milyar ABD doları civarında. İktidar partisinin bu büyük felaketle baş edebildiğini söyleyemeyiz -tabii, bu kadar büyük bir felaketle kim baş edebilirdi, o başka mesele-. Gerek depremlerin hemen sonrasındaki müdahalelerin gerekse de bugüne kadar bölgedeki rehabilitasyon çalışmalarının niteliği hazırlıklı olunmadığını açıkça gösterdi, her ne kadar şu anda gündemimizde düşmüş olsa da.

Seçmen davranışı açısından bu kadar büyük bir felaketin iki tür etki yaratması beklenir: Birincisi, felaketin hesabı iktidara kesilir, iktidar büyük bir oy kaybına uğrarken, özellikle devlet kurumlarına olan güven sarsılır. İkincisiyse, tam tersi bir şekilde seçmenler “gün birlik günüdür” deyip hükümeti desteklerle, “Bayrağın Etrafında Toplanma” dediğimiz bu etkiyle hükümete olan destek artar. Genelde savaşlar bu ikinci etkiyi uyandırırlar, biz de COVID-19’un ilk günlerinde bu tepkiyi gözlemlemiştik. Bizde bu ikisi de olmadı.

Hem ekonomik faktörler hem de “Asrın Felaketi”, AK Parti iktidarının ve liderinin önemli bir oy kaybına uğraması gerektiğini işaret ediyordu. Buna gündelik siyasi manevraların etkisini, örneğin muhalefetin hiç olmadığı kadar bir araya gelmesinin etkisini de eklersek; bazı Batı başkentlerinde söylendiği gibi “Erdoğan bu kez gitti” denebilirdi; ilk tur sonuçları tam tersini gösterdi. Erdoğan seçimi ikinci tura bırakmış olsa bile, toplumsal desteğe hala sahip olduğunu ortaya koydu.

Öngörüler gerçekleşmediyse, durumu açıklayacak diğer etkenlere başvurulabilir. Türkiye sosyolojisindeki değişimden başlayıp, “Milliyetçilik Dip Dalgası” gibi kavramlar devreye sokulabilir. Seçimin adil olup olmadığı, sandıklardan oy çalınıp çalınmadığından başlayıp hükümetin sınırsız kaynaklarla kampanya yaptığı gerçeğine vurgu yapılabilir. Analizleri “aday doğru mu?” kadar mikro bir meseleye indirgemek ya da sınıf çatışmalarının uzun dalgaları gibi geniş bir bakış açısına genişletmek mümkün. Ancak bu seçimin kutuplaşmış bir ortamda gerçekleştiğini hatırlamak ufku genişletebilir.

Kast ettiğim, “duygusal” siyasal kutuplaşma, yani farklı parti taraftarlarının birbirlerinden nefret edecek kadar ayrı kamplara bölünmüş olması. Sadece nefret etmekle kalmıyorlar, diğerini ötekileştirebilecek kadar sertleşebiliyorlar. Kutuplaşmanın bu türü sadece ülkemizde değil, başta ABD olmak üzere çok sayıda ülkede siyasete damgasını vuruyor.

Kutuplaşmış bir ülkeyi farklı kabilelerin yaşadığı bir ada olarak gözünüzde canlandırabilirsiniz, kabileler farklı topraklarda yaşıyorlar, birbirleriyle gerekmedikçe temas kurmuyorlar, zaten diğeriyle temas “hastalıklı” bir şey olarak görülüyor. Kabile üyeleri diğer kabile mensuplarını tanımıyorlar, onlar hakkındaki algılarını yeniden üretilen mitler ve varsa iletişim araçlarından ediniyorlar. Böyle bir ortamda, herkes kendisini doğrulayacak bilgi kaynaklarından yararlanıyor, diğerinin bilgisine hiç maruz kalmıyor. Kaldığı zamanlarda da bu bilgiyi kökten yanlışlıyor.

Ülkemizdeki durum da bu… Cumhur ya da Millet İttifakı mensubu olmak sadece bir parti tercihi değil, bizi bir kabile üyeliğine mahkûm eden bir sosyal kimlik. Bu kimliği mümkün kılan da bir diğer parti taraftarlarından farklı ve üstün olduğumuzu sürekli olarak kendimize hatırlatmamız. Ayrıca dünya hakkındaki bilgimizi de kimliklerimizin bize taktığı gözlükler vasıtasıyla ediniyoruz ki kimliğimizden emin olalım.

Böylesine kutuplaşmış bir ülkede bireylerin diğerleri ve dünya hakkındaki bilgilerini kutuplaşmış gözlüklerin filtresinden geçirerek oluşturmaları burada saydığımız faktörlerin etkili olmasını engelliyor. Ekonomik kriz olmuş olabilir, ama emin olun ki seçmenin önemli bir kısmı için her şey yolunda ya da kötüye gitmiş olsa bile sorumlusu iktidar değil. Depremlerin zararının çok büyük olduğunda uzlaşsak bile, hükümetin ne kadar sorumluluk taşıdığı ya da sonrasında ne kadar iyi müdahale ettiği konusundaki görüşlerimizi önce kabile kimliğimiz, sonra da bilgi aldığımız medya belirliyor. Kutuplaşma o kadar derin ki, yakın dönemde gördüğümüz üzere acılarımız ya da sevinçlerimizde bile ortaklaşamıyoruz, sosyal medya da kutuplaşmaya ve bu “doğruluk” yanılgısına katkıda bulunuyor, hatta çarpan etkisi oluşturuyor.

Kutuplaşmanın yarattığı “Yankı Odaları” ve “Fanuslar” bizi gerçeklikten koparıp, her kabilenin farklı gerçeklik içerisine yaşamasına yol açıyor. Kutuplaşmanın yaygınlaşmasının çok sayıda nedeni var, bunlar sadece Türkiye’yi değil, bütün dünyayı kökten etkiliyor; üzerine ülkemize özgü faktörleri ve tarihsel kırılmalarımızı da eklemek gerek. Ancak, kutuplaşmanın diğeriyle diyaloğu engellemesi ve başka dünyalarda yaşadığımız algısını pekiştirmesi; hepimizin ortak iyiliğinde uzlaşmamızın önüne de bir taş koyuyor. Oysa, seçimler iyi kötü ortak iyilikte uzlaşma araçları değil mi?

Kutuplaşmadan kısa vadede kurtulmak mümkün gözükmüyor, hatta bu seçimler sonrasında daha da kutuplaşmış bir ortamda yaşayacağımızı söyleyebiliriz şimdiden. Yine de bir şansımız var, siyasetçilerin bile kutuplaşmanın varlığını kabul ettiklerini görüyoruz, bir musibeti kabul etmek, ondan kurtulmak için iyi bir adım sayılabilir, bir bebek adımı olsa bile…


Emre Erdoğan – İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm üyesi. Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi, aynı bölümde doktorasını tamamladı. 1996’dan itibaren kamuoyu araştırmaları yapan Erdoğan, 2003 yılında bağımsız araştırma şirketi Infakto RW’yu kurdu. Erdoğan dış politika ve kamuoyu, siyasal katılım, genç ve çocuğun iyi olma hali; gönüllülük, sosyal sermaye, kutuplaşma ve popülizm konularında çok sayıda araştırma yürüttü ve yayınlar yaptı. Pınar Uyan Semerci ile birlikte yayınladıkları son kitapları “Biz”liğin Aynasından Yansıyanlar: Türkiye Gençliğinde Kimlikler ve Ötekileştirme”, “Fanusta Diyaloglar: Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları”, “Siyasetteki Gölge: Korku”, “Toplumsal Araştırma Yöntemleri İçin Bir Rehber: Gereklilikler, Sınırlılıklar ve İncelikler” ve “Kutuplaşmayı Nasıl Aşarız?” isimlerini taşıyor.


Bu yazıya atıf için:  Emre Erdoğan, “14 Mayıs 2023 Seçimlerine Damga Vuran Kutuplaşma” , Çevrimiçi Yayın, 22 Mayıs 2023, https://www.uikpanorama.com/blog/2023/05/22/ee/

Kutuplaşma ve Oy Verme Davranışı – Pınar Uyan Semerci

By Haberler

Tuğçe Erçetin: Merhaba, ben Tuğçe Erçetin. “Seçmen ne ister?” podcast serisine hoş geldiniz. Serimize İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Pınar Uyan Semerci ile “Kutuplaşma ve Oy Verme Davranışı“ konusu ile devam ediyoruz. Hocam, hoş geldiniz.

Pınar Uyan SemerciHoş bulduk.

T.E: Hocam, son zamanlarda Türkiye siyasetinde oldukça konuşulmaya başlanan bir konu kutuplaşma ama tek bir ülke ile ya da bir süreç ile ilgili de değil. Bu çerçevede öncelikle kutuplaşma kavramını anlamak daha da önemli hale geliyor, o yüzden isterseniz ilk olarak kutuplaşma nedir? Ne tür kutuplaşmalar söz konusudur? Öyle başlayalım.

P.S: Çok teşekkürler. Evet, gerçekten de kutuplaşma oldukça sık karşımıza çıkmaya başladı. Biz de ekip olarak senin de içinde olduğun, uzun bir süredir bu konuda hem araştırma yapıyoruz hem de farklı şekillerde, farklı araçlarla bu konuda farkındalık yaratmaya çalışıyoruz. 

Şunu belki söyleyebiliriz, artık böyle bir şemsiye kavram olarak birçok şey kutuplaşma olarak yansıtılıyor, tanımlanabiliyor. O yüzden de belki farklı kutuplaşma tanımlarını, kullanımlarını bilmek, Türkiye’de de var olan kutuplaşmanın nasıl olduğunu, siyasal anlamda var olan kutuplaşmanın ne olduğunu konuşmak önemli. Özellikle de seçime doğru giderken, kutuplaşma dediğimizde tek bir şey anlamıyoruz ama belki şunu öncelikle belirtmek lazım, kutuplaşma ile birbirinden uzaklaşma yani iki farklı ya da bazen iki ya da üç farklı kutbun oluşmasından bahsediyoruz. 

Siyasal alanda, çok klasik olarak bildiğimiz örnek, ideolojik kutuplaşma tanımı, sağ ve sol kutuplaşmanın oluşması, ortanın değil de iki uca doğru… Burada ister seçmenlerden bahsedelim, ister partilerin duruşundan bahsedelim, ister elitlerin, o parti içindeki elitlerin, lider kadroların kutuplaşmasından bahsedelim; kutuplaşma, ortanın boşalması iki tarafa yönelmenin, yani aradaki boşluğun oluşup uçlara radikallerin güçlenmesi gibi anlatılabilir.

Bu ideolojik gruplaşma; sağ-sol kutuplaşması en bildik, en tanıdık biçimiydi. Amerika Birleşik Devletleri’nde özellikle Demokratlarla Cumhuriyetçilerin arasında yıllar içinde nasıl bu ayrışmanın, mesafenin arttığını gösteren birçok çalışma var. Türkiye’de de işte özellikle 1970’ler dönemindeki sağ-sol kutuplaşması, o gerginlik, her zaman anlatılan, yapılmış olan çalışmalarda da kendini gösteren bir durum. İdeolojik kutuplaşmada daha ziyade ama bahsettiğimiz, elitler arasında siyaseti yapanlar arasındaki ve partilerin konumları arasındaki mesafenin artması.

Konu bazlı kutuplaşma yine çok kullanılan bir kutuplaşma biçimi, siyasal alanda bazı konular çok ciddi olarak hem partileri hem de parti seçmenlerini, taraftarlarını ayrı yerlere koyabiliyor. Yine Amerika Birleşik Devletleri örneğinde kürtaj bunun içinde örnek olarak verilebilir. Türkiye’de birçok konu bu kutuplaşmanın yani konu bazı kutuplaşmanın örneği olarak verilebilir. Bazen işte Kanal İstanbul’un inşası bunun için bir örnek diye düşünebiliriz ya da işte müzik yasağı gece 24 sonrası, bu önemli bir tartışma, pandemi döneminde tüm dünyada maske takılıp takılmaması, bütün bu tartışmalarda konu bazlı ayrışmayı kutuplaşmayı çok net görebiliyoruz. 

Bir başka biçimi ise coğrafi kutuplaşma. Bu aslında bir mekânsal ayrışmayı anlatıyor. Çok bilindik bir konu değil ama gerçekten de çok kıymetli olduğunu düşünüyorum ve Türkiye’de bizim bu konuya daha çok kafa yormamız gerektiğini de düşünüyorum. Burada kendi yaşadığımız şehir yani çok uzaklara gitmeden kendi yaşadığımız şehirde böyle bir ayrışma var mı yok mu düşünebiliriz aslında; İstanbul için düşünebiliriz, Türkiye için düşünebiliriz.  Coğrafi olarak kendimize benzeyenlerin, kendi dünya görüşümüze yakın olanların bir arada olduğu mahallelerde mi oturuyoruz? Yoksa farklılıklarla farklı düşüncelerle karşılaşıyor muyuz ? Bunu işte parti düzeyinde düşünürsek, Türkiye haritası üzerinde düşünürsek, en azından çizilen resimlerde farklılıkların birlikte olmasından ziyade kırmızıların ya da mavilerin ya da sarıların birbirinden ayrıldığı bir resim gösteriliyor. Benzer haritalar Amerika Birleşik Devletleri için eyaletler düzeyinde de yapılıyor. Özellikle söylemeye çalıştığımız burada siyasi parti taraftarlığının coğrafi olarak birbirinden ayrılması diye özetlenebilir. 

Bir başka nokta, biraz daha akıl karıştırıcı olan, gerçekte var olandan daha da yüksek algılanan bir kutuplaşmanın olması. Bu önemli geliyor bize çünkü gerçekte zaten belli bir kutuplaşmanın içinde yaşıyoruz ama bir de bireysel düzeyde ya da medyadaki temsil düzeyinde var olanın ötesinde kendi düşündüklerimiz ile bizden uzakta gördüğümüz parti taraftarlarının düşündükleri arasındaki mesafeyi daha da büyük görüyoruz. Olduğundan da büyük görüyoruz ve bu gerçekten de benim son olarak değineceğim duygusal kutuplaşmaya oldukça büyük katkı sağlıyor. Çünkü kendinizi “moderate”, daha ılımlı görürken, diğer parti taraftarlarını daha uçta daha radikal görmeye başlayabiliyorsunuz. 

Son olarak değineceğim ve bizim ekip olarak TurkuazLab’te oldukça yoğun çalıştığımız, Türkiye’deki kutuplaşmayı azaltma projesi çerçevesinde çalıştığımız duygusal kutuplaşma. Şimdi duygusal kutuplaşmanın önemi şu; burada elitler arasında partilerin duruşu arasındaki bir noktaya değil de özellikle seçmen davranışları açısından hayati gördüğümüz bireylerin, partileri destekleyenlerin, partilere oy verenlerin, parti taraftarlarının arasındaki mesafeyi biz anlamaya çalışıyoruz. Burada tabii ki diğerlerinin etkisi var, önemi var, rolü var ama duygusal kutuplaşma, birlikte yaşamamızı, farklılıkları hoş görmemizi engelleyen önemli bir etken haline gelmiş durumda. Dünyada da kutuplaşma yapılan çalışmalarda her geçen gün duygusal kutuplaşmayı anlama ve buna dair yapılan çalışmaların sayıları artmakta. Duygusal kutuplaşma; özetle diğer parti taraftarlarıyla ilişkinizin sadece bir fikir ayrılığıyla sınırlı olmaması, çok daha duygusal bir boyut kazanması yani onu sevmemek, ondan hoşlanmamak hatta çok daha kuvvetli, negatif duygular beslemek, aşağıda görmek, kendi grubumuzu, kendi partimizin taraftarlarını daha ahlaklı bulmak, bazen siyasal olmayan bütün olumlu değerleri kendi parti taraftarlarımıza, diğer kötü değerleri ise uzakta gördüğümüz, bizden farklı gördüğümüz, öteki kutup olarak gördüğümüz parti taraftarlarımıza atfetmek. Bu oldukça ciddi çünkü bu ahlaki vurgu, bizim kendi davranışlarımızda haklı görmemizi sağlayabiliyor. Yani aynı haklara sahip olmadığımız durumda da bunu sorgulamadan kabul edebiliyoruz çünkü ahlaki olarak aynı düzeyde, aynı seviyede görmüyoruz. Bu duygusal kutuplaşma bir tür siyasal kabilecilik olarak da geçiyor. Burada sevgi, hissiyat, duygu boyutu işin içine girdikçe duygusal kutuplaşmada diğer parti taraftarlarıyla birlikte hareket edebilmek, düşünebilmek, tartışabilmek, siyasetin özü olan birlikte düşünerek ortak akıl yürütebilmek neredeyse imkânsız hale geliyor.

T.E: Hocam, bahsettiğiniz farklı kutuplaşma tanımların da gösterdiği gibi kutuplaşmanın farklı etki ve sonuçları da söz konusu. Bu anlamda peki kutuplaşma seçmenin oy verme davranışını nasıl etkiliyor? 

P.S: Belki şöyle özetleyebiliriz. Partilere olan bağlılık bir tür kimlikleşmeye dönüşüyor. Yani parti tercihleri, hangi partiye oy vereceğimize bakarken, burada işte partilerin kendi programları, izleyeceklerini vaat ettikleri politikalardan daha ziyade artık o parti bizim bir kimliğimiz, parti taraftarlığı bizim bir kimliğimiz haline geliyor. Hatta diğer kimliklerimizin bazen önüne geçebiliyor ya da bizim yine araştırma bulgularımız da gösterdiği gibi başka sahip olduğumuz kimliklerle o parti kimliği üst üste binerek çok ciddi kemikleşmiş bir aidiyet yaratıyor. Bu da bizim partinin söylediği, izleyeceğini söylediği programlara ya da farklı görüşlere açık olmamızı engelliyor. Bu bizim bir dünya görüşümüz, kimliğimiz, bizi biz yapan önemli bir nokta haline geldiğinde zaten o zaman o partinin ne söylediğinden ya da o girilen seçimin koşullarından bağımsız olarak kendi kimliğimizin, kendi benliğimizin, kendi bizlik halimizin devamı olarak o parti tercihinde bulunabiliyoruz. Bu oldukça önemli aslında, bunun üzerine düşünmek ve tartışmak gerek, bu duruma oy verme davranışlarımızı açıklayan farklı teoriler açısından da baktığımızda öyle… Bizim kim olduğumuz sorusu: kendimizi o partiyle ve o partinin de bizim sahip olduğumuz kimliklerle özdeşleştiği bir aidiyet üzerinden değerlendirilmesi yani dünyadaki yerimizi tanımlarken o partiye ait olmak, o partinin taraftarı olmanın bizim kim olduğumuzu belirleyen bir nokta olması. Bu da tabii, yani bir kimlik olarak siyasi partiyi belirlediğimizde, kendi kimliğimizi bunun üzerinden ifade ettiğimizde aslında bütün o sosyal kimlik teorilerindeki ötekileştirme süreçleri, grup aidiyeti, grubun kendisini yüceltmesi, grup içi empatinin daha yüksek etkisi, bütün bunlar devreye giriyor ve oldukça ciddi bir sürecin içine aslında girmiş oluyoruz.

T.E: Hocam, belki buradan devam edebiliriz Türkiye özelinde. Türkiye üzerinden bakacak olursak Türkiye’de kutuplaşmanın boyutları nedir? Yani Türkiye’de nasıl bir kutuplaşma söz konusu? 

P.S: Türkiye’de bu konu oldukça fazla son dönemlerde konuşulmaya başlandı. Muhtemelen dinleyicilerimiz de artık daha aşinadır. Böyle daha geleneksel bildiğimiz işte sağ-sol kutuplaşması her zaman söylenen ya da Ersin Kalaycıoğlu Hocamızın söylediği kulturkampf yani bir tür kültür mücadelesi tartışması… Bunlar hani yıllar içinde hep dillenmiş olan ya da Şerif Mardin Hocanın çevre-merkez ilişkisi gibi, toplumsal ayrışmaların hangi temelde olduğu, laik-dindar gibi ya da Türk-Kürt gibi kimlikler üzerinden geleneksel açıklamalarımız, tartışmalarımız, ilgili yazımda da yine medyada da oldukça ele alınan başlıklar. Ama bütün bunların yanı sıra tabii kurumsal yapılandırmaların rolünü de belirtmek gerek. Yani siyasal partilerin nasıl işleyeceğini ya da seçim sisteminin nasıl olduğu bütün bunlar da aslında içinde yaşadığımız siyasal atmosferi belirliyor. Yani örneğin referandum benzeri seçimler çok daha fazla bu kutupların oluşmasına,  siyah beyaz arasında tercih yapmak zorunda olmak bu tür mesafelerin, ayrışmaların artmasına yol açabiliyor. 

Yine keza medya çok hayati bir rol oynuyor çünkü bu farklı parti taraftarlarının en çok hangi haberleri seyrettiği, hangi kanallardan bilgi edindiği yine bizim araştırma bulgularımızda çok net ortaya koyabildiğimiz bir resim. Farklı parti taraftarları farklı haber kanallarını izliyorlar. Genel olarak bütün medyayla ilgili bir eleştirileri olsa da yine de daha çok kendi seyrettikleri kanalları, haberleri, gazetelerin daha tarafsız olduğunu düşünüyorlar ve aslında farklı Türkiye’lerde yaşıyorlar. Yani sorunlar konusunda ortak olsalar bile “bu sorunların müsebbibi kim, sorumlusu kim” diye sorduğumuzda çok daha farklı bilgiler elde edilerek dünyaya bakıyorlar. O yüzden de bugünü konuştuğumuzda bütün bu farklı düzeylerde önemli roller üstlenen kurumsal yapılar, aktörler ve tabii ki içinde olduğumuz dünya koşulları… Çünkü çok net bir şey söylememiz lazım üst üste binmiş bir krizler dönemin içindeyiz. Pandemi sonrasından işte yeni yeni kendimizi toparlamaya çalışıyoruz ama aynı zamanda işte bir ekonomik krizin, iklim krizinin, enerji krizinin, hepsinin içinde ve pandemiden nasıl çıktığımızın hesaplaşmasını da tam olarak yapamamış bir halde seçime gidiyoruz. Bütün bu endişe halinin, belirsizlik halinin içinde çok daha güçlü hale gelmiş, kimlikleşmiş parti aidiyetleriyle de seçim sürecinin içindeyiz.

T.E: Ortak sorunların farklılaştırılan sorumlularına vurgunuzla beraber işte aslında krizlerin yani birden fazla krizlerin varlığı vurgunuz çok önemli hocam ve böyle bir süreçte seçime gidiyoruz. O yüzden şöyle de bir soru sormak istiyorum, önümüzdeki seçimlerde Türkiye’deki kutuplaşmanın bu bütün bahsettiğiniz krizlerle birlikte seçmenin oy verme davranışı üzerindeki etkisinin ne olmasını bekliyorsunuz?

P.SŞu ana kadar yapılan kamuoyu yoklamalarında da belli bir biçimde kemikleşmiş oyları görüyoruz zaten. Muhalefet için de iktidar partisi için de belli bir oynamayan oy oranları var ama bunun yanı sıra yine daha genç bir kuşak da geliyor. Bu yeni nesil nasıl bir oy verecek kendi içinde sosyalleştikleri süreçlerin bir sonucunda benzer bir şekilde mi davranacaklar yoksa işte bütün bu anlattığımız belirsizlikler içinde daha farklı tercihlerde mi bulunacaklar, daha kararsız görünen ya da daha bilinmez bir  %10 – %15 arası bir grup var. Bu kişilerin özellikle gençlerin burada nasıl bir tutum izleyeceği önemli bir soru gibi geliyor bana. Bunu anlamamız gerekiyor. Bir de onlar açısından dünyayla karşılaşmaları, sosyalleşmeleri bu krizlerin, üst üste binen krizlerin olduğu bir dönemdeydi. Pandemiyi geçirdiler. Bütün bu belirsizlikler içinde nasıl bir tercihte bulunacaklarının önemli olduğunu düşünüyorum. 

Tabii ki sadece seçim sürecinde nasıl bir tercihte bulunacakları değil, hayatla olan ilişkilerinde, hem Türkiye özelinde, hem dünya için de bu yeni nesli anlamanın önemi büyük.  Kalıplarla, genellemelerle konuştuğumuz birçok şeyi sorgulayarak, onları duymanın, anlamanın hayati olduğunu düşünüyorum. O yüzden yine baştan beri anlatmaya çalıştığım bu duygusal kutuplaşmanın etkisini göreceğimizi düşünüyorum. Yani kimlikleşmiş parti taraftarlığı sonucu her durumda kendilerine en yakın hissettikleri artık kimliklerinin bir parçası haline gelmiş partilere destek vereceklerin olacağını düşünüyorum. Ama bu kriz ortamının etkisiyle daha kararsız olan, bu tür aidiyetleri çok güçlü olmayan kişilerin ise ve özellikle de yeni neslin, farklı şekillerde, işte örneğin ekonomik oy verme gibi, yaşanan ekonomik krizin sonuçlarını ya da bütün bu çerçevedeki endişe, korkunun etkisiyle bazen daha duygusal, yani yine duygusal ama daha tepki oyları verebilme imkanlarının olabileceğini düşünüyorum. O yüzden orada bilmediğimiz, anlamamız gereken ve üzerinde de düşünmemiz gereken bir kararsız ve/ya yeni oy kullanacak seçmenin  olduğu kanısındayım.

T.E: Pınar Hocam, tekrardan aydınlatıcı ve keyifli sohbetiniz için çok teşekkür ederiz.

P.S: Ben teşekkür ederim.

T.E: “Seçmen ne ister?” serimizin bu bölümünü sonlandırıyoruz. Yeni tartışmalarımızla devam edeceğiz. Herkese iyi günler dileriz.


Meraklısına Önerilen Okumalar:

Erdoğan, E. & Uyan Semerci, P. (2018) Fanusta diyaloglar: Türkiye’de kutuplaşmanın boyutları İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Erdoğan, E. & Uyan Semerci, P. (2022) Kutuplaşmayı nasıl aşarız? İstanbul: Istanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Erdoğan, E., Uyan Semerci, P., E. Yolcu, B. & Çaytaş, Ş.. (2022) İnfodemi ve bilgi düzensizlikleri: Kavramlar, nedenler ve çözümler. İstanbul: Istanbul Bilgi Üniversitesi Yayınlar.

Uyan Semerci, P. & Erdoğan. E. (2018). “Ortak bir ütopya tahayyülünün imkânsızlığı: Farklı ‘biz’likler, farklı ‘gerçek’likler”, Ütopyalar: Politikayla Arzunun Kesiştiği Yer. (der.) A. Bora., K. Dede. İstanbul: İletişim, 337-75.


Türkiye’de Kutuplaşmayı Azaltmaya Yönelik Stratejiler ve Araçlar Projesi (Turkuazlab) Kapanış Konferansı “Kutuplaşmayı Aşmanın Yolları: Deneyimler ve Arayışlar”

By Duyurular

Türkiye’de Kutuplaşmayı Azaltmaya Yönelik Stratejiler ve Araçlar Projesi (TurkuazLab) “Kutuplaşmayı Aşmanın Yolları: Deneyimler ve Arayışlar” başlıklı kapanış konferansı, 25 Haziran 2022 Cumartesi günü 10.15-12.30 saatleri arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi santralistanbul Kampüsü’nde yüz yüze ve eş zamanlı çevrim içi etkinlik ile gerçekleşiyor.

TurkuazLab projesinin çıktılarını ele almak ve Türkiye’de ve dünyada kutuplaşmayı anlamaya ve azaltmaya dair birlikte düşünmek için kapanış konferansımıza katılabilirsiniz.

Tarih: 25 Haziran 2022, Cumartesi

Yer: İstanbul Bilgi Üniversitesi santralistanbul Kampüsü E1-301

Saat: 10.15-12.30

Yüz yüze olan etkinlik eş zamanlı olarak Zoom üzerinden de takip edilebilecektir.

Zoom kayıt linki için tıklayınız.


Kutuplaşmayı Aşmanın Yolları: Deneyimler ve Arayışlar

Program:

10.00-10.15 Kayıt

10.15-11.15 TurkuazLab Projesi ve Sonuçları  / TurkuazLab Ekibi

11.30-12.30 Farklı Alanlardan Kutuplaşmaya Yaklaşımlar

Itır ERHART, İstanbul Bilgi Üniversitesi

Işık TÜZÜN, Eğitim Reformu Girişimi

Afşin YURDAKUL, Habertürk

Partisanship, Misinformation, and Polarization with Eric Merkley

By Duyurular

TurkuazLab webcast serisinin 3. bölümünde, Moderatör Dr. Tuğçe Erçetin ve Toronto Üniversitesi’nden konuğu Dr. Eric Merkley “Partizanlık, Mezenformasyon ve Kutuplaşma” hakkında bir söyleşi gerçekleştirdi. Söyleşide değinilen temel konular duygusal kutuplaşmanın toplumda yarattığı riskler; Covid-19 ve mezenformasyonun kutuplaşma üzerindeki etkileri; partizanlık, demokrasi ve kutuplaşma ilişkisi; ve kutuplaşmayı azaltmak için öneri ve stratejilerdi.

Populism, Misinformation, and Affective Polarization with James Druckman

By Duyurular

Moderatör Dr. Tuğçe Erçetin ve Prof. Dr. James Druckman “Kutuplaşma, Mezenformasyon ve Duygusal Kutuplaşma” hakkında bir söyleşi gerçekleştirdi. Söyleşide değinilen temel konular duygusal kutuplaşmanın toplumda yarattığı riskler; Covid-19 ve mezenformasyonun kutuplaşma üzerindeki etkileri; popülizm ve kutuplaşma ilişkisi; ve kutuplaşmayı azaltmak için stratejilerdi.

TurkuazLab İnternet Sitesi Yayında

By Duyurular

Türkiye toplumunda kutuplaşma ve bunun verdiği zararlar hakkında farkındalık yaratmayı ve Türkiye’de kutuplaşmayı azaltmaya yönelik stratejiler ve araçlar geliştirmeyi hedefleyen TurkuazLab’in internet sitesi açıldı. TurkuazLab internet sitesi, proje çıktılarının paylaşılması için bir platform olduğu kadar, kutuplaşma ve kutuplaşmanın Türkiye’deki varlığı konusunda da kapsamlı bir kaynak merkezi olacaktır. 

TurkuazLab internet sitesi üzerinden Lab hakkında detaylı bilgilere, proje çıktılarına, proje kapsamında düzenlenecek etkinlik ve faaliyetlere ulaşabilirsiniz. Aynı zamanda, dünyada ve Türkiye’de kutuplaşma alanında gerçekleştirilen çalışmaları inceleyebilir ve kutuplaşma literatüründe yer alan akademik kaynakları, bu alandaki medya yansımaları ile blog yazılarını ve alan ile ilişkili temel kavramları “Kaynaklar” bölümünden takip edebilirsiniz. Buna ek olarak, 2015 ve 2017 yıllarında gerçekleştirdiğimiz “Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları” araştırmalarına ve bu yıl içerisinde yaptığımız “İnfodemik ile Etkin Mücadele” projemiz hakkında detaylı bilgilere “İlgili Projelerimiz” alanından ulaşabilirsiniz. 

Marshall Fonu (GMF) ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (BİLGİ-Göç) iş birliği ve İsveç Uluslararası Kalkınma İşbirliği Ajansı (SIDA)’nın finansal desteği ile hayata geçen TurkuazLab’i internet sitesi üzerinden takip edebilir ve Lab hakkında haberler ve duyurulara Twitter, Instagram ve Facebook’ta @turkuazlaborg hesaplarından, YouTube’da ise Turkuaz Lab hesabı üzerinden ulaşabilirsiniz.