Skip to main content

Tuğçe Erçetin: Merhaba, ben Tuğçe Erçetin. “Seçmen ne ister?” podcast serisine hoş geldiniz. Serimize İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Pınar Uyan Semerci ile “Kutuplaşma ve Oy Verme Davranışı“ konusu ile devam ediyoruz. Hocam, hoş geldiniz.

Pınar Uyan SemerciHoş bulduk.

T.E: Hocam, son zamanlarda Türkiye siyasetinde oldukça konuşulmaya başlanan bir konu kutuplaşma ama tek bir ülke ile ya da bir süreç ile ilgili de değil. Bu çerçevede öncelikle kutuplaşma kavramını anlamak daha da önemli hale geliyor, o yüzden isterseniz ilk olarak kutuplaşma nedir? Ne tür kutuplaşmalar söz konusudur? Öyle başlayalım.

P.S: Çok teşekkürler. Evet, gerçekten de kutuplaşma oldukça sık karşımıza çıkmaya başladı. Biz de ekip olarak senin de içinde olduğun, uzun bir süredir bu konuda hem araştırma yapıyoruz hem de farklı şekillerde, farklı araçlarla bu konuda farkındalık yaratmaya çalışıyoruz. 

Şunu belki söyleyebiliriz, artık böyle bir şemsiye kavram olarak birçok şey kutuplaşma olarak yansıtılıyor, tanımlanabiliyor. O yüzden de belki farklı kutuplaşma tanımlarını, kullanımlarını bilmek, Türkiye’de de var olan kutuplaşmanın nasıl olduğunu, siyasal anlamda var olan kutuplaşmanın ne olduğunu konuşmak önemli. Özellikle de seçime doğru giderken, kutuplaşma dediğimizde tek bir şey anlamıyoruz ama belki şunu öncelikle belirtmek lazım, kutuplaşma ile birbirinden uzaklaşma yani iki farklı ya da bazen iki ya da üç farklı kutbun oluşmasından bahsediyoruz. 

Siyasal alanda, çok klasik olarak bildiğimiz örnek, ideolojik kutuplaşma tanımı, sağ ve sol kutuplaşmanın oluşması, ortanın değil de iki uca doğru… Burada ister seçmenlerden bahsedelim, ister partilerin duruşundan bahsedelim, ister elitlerin, o parti içindeki elitlerin, lider kadroların kutuplaşmasından bahsedelim; kutuplaşma, ortanın boşalması iki tarafa yönelmenin, yani aradaki boşluğun oluşup uçlara radikallerin güçlenmesi gibi anlatılabilir.

Bu ideolojik gruplaşma; sağ-sol kutuplaşması en bildik, en tanıdık biçimiydi. Amerika Birleşik Devletleri’nde özellikle Demokratlarla Cumhuriyetçilerin arasında yıllar içinde nasıl bu ayrışmanın, mesafenin arttığını gösteren birçok çalışma var. Türkiye’de de işte özellikle 1970’ler dönemindeki sağ-sol kutuplaşması, o gerginlik, her zaman anlatılan, yapılmış olan çalışmalarda da kendini gösteren bir durum. İdeolojik kutuplaşmada daha ziyade ama bahsettiğimiz, elitler arasında siyaseti yapanlar arasındaki ve partilerin konumları arasındaki mesafenin artması.

Konu bazlı kutuplaşma yine çok kullanılan bir kutuplaşma biçimi, siyasal alanda bazı konular çok ciddi olarak hem partileri hem de parti seçmenlerini, taraftarlarını ayrı yerlere koyabiliyor. Yine Amerika Birleşik Devletleri örneğinde kürtaj bunun içinde örnek olarak verilebilir. Türkiye’de birçok konu bu kutuplaşmanın yani konu bazı kutuplaşmanın örneği olarak verilebilir. Bazen işte Kanal İstanbul’un inşası bunun için bir örnek diye düşünebiliriz ya da işte müzik yasağı gece 24 sonrası, bu önemli bir tartışma, pandemi döneminde tüm dünyada maske takılıp takılmaması, bütün bu tartışmalarda konu bazlı ayrışmayı kutuplaşmayı çok net görebiliyoruz. 

Bir başka biçimi ise coğrafi kutuplaşma. Bu aslında bir mekânsal ayrışmayı anlatıyor. Çok bilindik bir konu değil ama gerçekten de çok kıymetli olduğunu düşünüyorum ve Türkiye’de bizim bu konuya daha çok kafa yormamız gerektiğini de düşünüyorum. Burada kendi yaşadığımız şehir yani çok uzaklara gitmeden kendi yaşadığımız şehirde böyle bir ayrışma var mı yok mu düşünebiliriz aslında; İstanbul için düşünebiliriz, Türkiye için düşünebiliriz.  Coğrafi olarak kendimize benzeyenlerin, kendi dünya görüşümüze yakın olanların bir arada olduğu mahallelerde mi oturuyoruz? Yoksa farklılıklarla farklı düşüncelerle karşılaşıyor muyuz ? Bunu işte parti düzeyinde düşünürsek, Türkiye haritası üzerinde düşünürsek, en azından çizilen resimlerde farklılıkların birlikte olmasından ziyade kırmızıların ya da mavilerin ya da sarıların birbirinden ayrıldığı bir resim gösteriliyor. Benzer haritalar Amerika Birleşik Devletleri için eyaletler düzeyinde de yapılıyor. Özellikle söylemeye çalıştığımız burada siyasi parti taraftarlığının coğrafi olarak birbirinden ayrılması diye özetlenebilir. 

Bir başka nokta, biraz daha akıl karıştırıcı olan, gerçekte var olandan daha da yüksek algılanan bir kutuplaşmanın olması. Bu önemli geliyor bize çünkü gerçekte zaten belli bir kutuplaşmanın içinde yaşıyoruz ama bir de bireysel düzeyde ya da medyadaki temsil düzeyinde var olanın ötesinde kendi düşündüklerimiz ile bizden uzakta gördüğümüz parti taraftarlarının düşündükleri arasındaki mesafeyi daha da büyük görüyoruz. Olduğundan da büyük görüyoruz ve bu gerçekten de benim son olarak değineceğim duygusal kutuplaşmaya oldukça büyük katkı sağlıyor. Çünkü kendinizi “moderate”, daha ılımlı görürken, diğer parti taraftarlarını daha uçta daha radikal görmeye başlayabiliyorsunuz. 

Son olarak değineceğim ve bizim ekip olarak TurkuazLab’te oldukça yoğun çalıştığımız, Türkiye’deki kutuplaşmayı azaltma projesi çerçevesinde çalıştığımız duygusal kutuplaşma. Şimdi duygusal kutuplaşmanın önemi şu; burada elitler arasında partilerin duruşu arasındaki bir noktaya değil de özellikle seçmen davranışları açısından hayati gördüğümüz bireylerin, partileri destekleyenlerin, partilere oy verenlerin, parti taraftarlarının arasındaki mesafeyi biz anlamaya çalışıyoruz. Burada tabii ki diğerlerinin etkisi var, önemi var, rolü var ama duygusal kutuplaşma, birlikte yaşamamızı, farklılıkları hoş görmemizi engelleyen önemli bir etken haline gelmiş durumda. Dünyada da kutuplaşma yapılan çalışmalarda her geçen gün duygusal kutuplaşmayı anlama ve buna dair yapılan çalışmaların sayıları artmakta. Duygusal kutuplaşma; özetle diğer parti taraftarlarıyla ilişkinizin sadece bir fikir ayrılığıyla sınırlı olmaması, çok daha duygusal bir boyut kazanması yani onu sevmemek, ondan hoşlanmamak hatta çok daha kuvvetli, negatif duygular beslemek, aşağıda görmek, kendi grubumuzu, kendi partimizin taraftarlarını daha ahlaklı bulmak, bazen siyasal olmayan bütün olumlu değerleri kendi parti taraftarlarımıza, diğer kötü değerleri ise uzakta gördüğümüz, bizden farklı gördüğümüz, öteki kutup olarak gördüğümüz parti taraftarlarımıza atfetmek. Bu oldukça ciddi çünkü bu ahlaki vurgu, bizim kendi davranışlarımızda haklı görmemizi sağlayabiliyor. Yani aynı haklara sahip olmadığımız durumda da bunu sorgulamadan kabul edebiliyoruz çünkü ahlaki olarak aynı düzeyde, aynı seviyede görmüyoruz. Bu duygusal kutuplaşma bir tür siyasal kabilecilik olarak da geçiyor. Burada sevgi, hissiyat, duygu boyutu işin içine girdikçe duygusal kutuplaşmada diğer parti taraftarlarıyla birlikte hareket edebilmek, düşünebilmek, tartışabilmek, siyasetin özü olan birlikte düşünerek ortak akıl yürütebilmek neredeyse imkânsız hale geliyor.

T.E: Hocam, bahsettiğiniz farklı kutuplaşma tanımların da gösterdiği gibi kutuplaşmanın farklı etki ve sonuçları da söz konusu. Bu anlamda peki kutuplaşma seçmenin oy verme davranışını nasıl etkiliyor? 

P.S: Belki şöyle özetleyebiliriz. Partilere olan bağlılık bir tür kimlikleşmeye dönüşüyor. Yani parti tercihleri, hangi partiye oy vereceğimize bakarken, burada işte partilerin kendi programları, izleyeceklerini vaat ettikleri politikalardan daha ziyade artık o parti bizim bir kimliğimiz, parti taraftarlığı bizim bir kimliğimiz haline geliyor. Hatta diğer kimliklerimizin bazen önüne geçebiliyor ya da bizim yine araştırma bulgularımız da gösterdiği gibi başka sahip olduğumuz kimliklerle o parti kimliği üst üste binerek çok ciddi kemikleşmiş bir aidiyet yaratıyor. Bu da bizim partinin söylediği, izleyeceğini söylediği programlara ya da farklı görüşlere açık olmamızı engelliyor. Bu bizim bir dünya görüşümüz, kimliğimiz, bizi biz yapan önemli bir nokta haline geldiğinde zaten o zaman o partinin ne söylediğinden ya da o girilen seçimin koşullarından bağımsız olarak kendi kimliğimizin, kendi benliğimizin, kendi bizlik halimizin devamı olarak o parti tercihinde bulunabiliyoruz. Bu oldukça önemli aslında, bunun üzerine düşünmek ve tartışmak gerek, bu duruma oy verme davranışlarımızı açıklayan farklı teoriler açısından da baktığımızda öyle… Bizim kim olduğumuz sorusu: kendimizi o partiyle ve o partinin de bizim sahip olduğumuz kimliklerle özdeşleştiği bir aidiyet üzerinden değerlendirilmesi yani dünyadaki yerimizi tanımlarken o partiye ait olmak, o partinin taraftarı olmanın bizim kim olduğumuzu belirleyen bir nokta olması. Bu da tabii, yani bir kimlik olarak siyasi partiyi belirlediğimizde, kendi kimliğimizi bunun üzerinden ifade ettiğimizde aslında bütün o sosyal kimlik teorilerindeki ötekileştirme süreçleri, grup aidiyeti, grubun kendisini yüceltmesi, grup içi empatinin daha yüksek etkisi, bütün bunlar devreye giriyor ve oldukça ciddi bir sürecin içine aslında girmiş oluyoruz.

T.E: Hocam, belki buradan devam edebiliriz Türkiye özelinde. Türkiye üzerinden bakacak olursak Türkiye’de kutuplaşmanın boyutları nedir? Yani Türkiye’de nasıl bir kutuplaşma söz konusu? 

P.S: Türkiye’de bu konu oldukça fazla son dönemlerde konuşulmaya başlandı. Muhtemelen dinleyicilerimiz de artık daha aşinadır. Böyle daha geleneksel bildiğimiz işte sağ-sol kutuplaşması her zaman söylenen ya da Ersin Kalaycıoğlu Hocamızın söylediği kulturkampf yani bir tür kültür mücadelesi tartışması… Bunlar hani yıllar içinde hep dillenmiş olan ya da Şerif Mardin Hocanın çevre-merkez ilişkisi gibi, toplumsal ayrışmaların hangi temelde olduğu, laik-dindar gibi ya da Türk-Kürt gibi kimlikler üzerinden geleneksel açıklamalarımız, tartışmalarımız, ilgili yazımda da yine medyada da oldukça ele alınan başlıklar. Ama bütün bunların yanı sıra tabii kurumsal yapılandırmaların rolünü de belirtmek gerek. Yani siyasal partilerin nasıl işleyeceğini ya da seçim sisteminin nasıl olduğu bütün bunlar da aslında içinde yaşadığımız siyasal atmosferi belirliyor. Yani örneğin referandum benzeri seçimler çok daha fazla bu kutupların oluşmasına,  siyah beyaz arasında tercih yapmak zorunda olmak bu tür mesafelerin, ayrışmaların artmasına yol açabiliyor. 

Yine keza medya çok hayati bir rol oynuyor çünkü bu farklı parti taraftarlarının en çok hangi haberleri seyrettiği, hangi kanallardan bilgi edindiği yine bizim araştırma bulgularımızda çok net ortaya koyabildiğimiz bir resim. Farklı parti taraftarları farklı haber kanallarını izliyorlar. Genel olarak bütün medyayla ilgili bir eleştirileri olsa da yine de daha çok kendi seyrettikleri kanalları, haberleri, gazetelerin daha tarafsız olduğunu düşünüyorlar ve aslında farklı Türkiye’lerde yaşıyorlar. Yani sorunlar konusunda ortak olsalar bile “bu sorunların müsebbibi kim, sorumlusu kim” diye sorduğumuzda çok daha farklı bilgiler elde edilerek dünyaya bakıyorlar. O yüzden de bugünü konuştuğumuzda bütün bu farklı düzeylerde önemli roller üstlenen kurumsal yapılar, aktörler ve tabii ki içinde olduğumuz dünya koşulları… Çünkü çok net bir şey söylememiz lazım üst üste binmiş bir krizler dönemin içindeyiz. Pandemi sonrasından işte yeni yeni kendimizi toparlamaya çalışıyoruz ama aynı zamanda işte bir ekonomik krizin, iklim krizinin, enerji krizinin, hepsinin içinde ve pandemiden nasıl çıktığımızın hesaplaşmasını da tam olarak yapamamış bir halde seçime gidiyoruz. Bütün bu endişe halinin, belirsizlik halinin içinde çok daha güçlü hale gelmiş, kimlikleşmiş parti aidiyetleriyle de seçim sürecinin içindeyiz.

T.E: Ortak sorunların farklılaştırılan sorumlularına vurgunuzla beraber işte aslında krizlerin yani birden fazla krizlerin varlığı vurgunuz çok önemli hocam ve böyle bir süreçte seçime gidiyoruz. O yüzden şöyle de bir soru sormak istiyorum, önümüzdeki seçimlerde Türkiye’deki kutuplaşmanın bu bütün bahsettiğiniz krizlerle birlikte seçmenin oy verme davranışı üzerindeki etkisinin ne olmasını bekliyorsunuz?

P.SŞu ana kadar yapılan kamuoyu yoklamalarında da belli bir biçimde kemikleşmiş oyları görüyoruz zaten. Muhalefet için de iktidar partisi için de belli bir oynamayan oy oranları var ama bunun yanı sıra yine daha genç bir kuşak da geliyor. Bu yeni nesil nasıl bir oy verecek kendi içinde sosyalleştikleri süreçlerin bir sonucunda benzer bir şekilde mi davranacaklar yoksa işte bütün bu anlattığımız belirsizlikler içinde daha farklı tercihlerde mi bulunacaklar, daha kararsız görünen ya da daha bilinmez bir  %10 – %15 arası bir grup var. Bu kişilerin özellikle gençlerin burada nasıl bir tutum izleyeceği önemli bir soru gibi geliyor bana. Bunu anlamamız gerekiyor. Bir de onlar açısından dünyayla karşılaşmaları, sosyalleşmeleri bu krizlerin, üst üste binen krizlerin olduğu bir dönemdeydi. Pandemiyi geçirdiler. Bütün bu belirsizlikler içinde nasıl bir tercihte bulunacaklarının önemli olduğunu düşünüyorum. 

Tabii ki sadece seçim sürecinde nasıl bir tercihte bulunacakları değil, hayatla olan ilişkilerinde, hem Türkiye özelinde, hem dünya için de bu yeni nesli anlamanın önemi büyük.  Kalıplarla, genellemelerle konuştuğumuz birçok şeyi sorgulayarak, onları duymanın, anlamanın hayati olduğunu düşünüyorum. O yüzden yine baştan beri anlatmaya çalıştığım bu duygusal kutuplaşmanın etkisini göreceğimizi düşünüyorum. Yani kimlikleşmiş parti taraftarlığı sonucu her durumda kendilerine en yakın hissettikleri artık kimliklerinin bir parçası haline gelmiş partilere destek vereceklerin olacağını düşünüyorum. Ama bu kriz ortamının etkisiyle daha kararsız olan, bu tür aidiyetleri çok güçlü olmayan kişilerin ise ve özellikle de yeni neslin, farklı şekillerde, işte örneğin ekonomik oy verme gibi, yaşanan ekonomik krizin sonuçlarını ya da bütün bu çerçevedeki endişe, korkunun etkisiyle bazen daha duygusal, yani yine duygusal ama daha tepki oyları verebilme imkanlarının olabileceğini düşünüyorum. O yüzden orada bilmediğimiz, anlamamız gereken ve üzerinde de düşünmemiz gereken bir kararsız ve/ya yeni oy kullanacak seçmenin  olduğu kanısındayım.

T.E: Pınar Hocam, tekrardan aydınlatıcı ve keyifli sohbetiniz için çok teşekkür ederiz.

P.S: Ben teşekkür ederim.

T.E: “Seçmen ne ister?” serimizin bu bölümünü sonlandırıyoruz. Yeni tartışmalarımızla devam edeceğiz. Herkese iyi günler dileriz.


Meraklısına Önerilen Okumalar:

Erdoğan, E. & Uyan Semerci, P. (2018) Fanusta diyaloglar: Türkiye’de kutuplaşmanın boyutları İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Erdoğan, E. & Uyan Semerci, P. (2022) Kutuplaşmayı nasıl aşarız? İstanbul: Istanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Erdoğan, E., Uyan Semerci, P., E. Yolcu, B. & Çaytaş, Ş.. (2022) İnfodemi ve bilgi düzensizlikleri: Kavramlar, nedenler ve çözümler. İstanbul: Istanbul Bilgi Üniversitesi Yayınlar.

Uyan Semerci, P. & Erdoğan. E. (2018). “Ortak bir ütopya tahayyülünün imkânsızlığı: Farklı ‘biz’likler, farklı ‘gerçek’likler”, Ütopyalar: Politikayla Arzunun Kesiştiği Yer. (der.) A. Bora., K. Dede. İstanbul: İletişim, 337-75.